Söz sahibi olan iki kişi olduğunda, bu durum çıkmaza sürüklenebilir, çocuğun gelişmesinde anne babaya göre çok daha ön plandadır ve söz hakkı daha fazla olmalıdır.
bu babanın hiçbir hakkı olmadığı anlamına gelmiyor. Eğer çocuk yapma planlı bir şekilde gerçekleştirildiyse o çocuğun doğmaması babanın psikolojisini kötü bir şekilde etkileyebilir.
Babanın psikolojisinin bozulması, annenin istenmeyen bir hamilelikte yaşayacakları ve sonrasında üstleneceği sorumluluk düşünüldüğünde dikkate alınması gereken bir faktör değildir.
anne çocuk üzerinde daha fazla hak sahibi olsa da spermsiz çocuk doğmuyor ve baba da hak sahibidir biyolojik olarak. neticede anne karnında bebek büyüyor olabilir ama sperm de çocuğa has bir genetiği bir öz'ü barındırıyor.
Fetüsün sahip olduğu karakter ancak bir sebze kadardır ve ileride sahip olacağı karakterin belirsizliği, annenin yaşamının kesinliği karşısında anlamsızdır.
Hamilelik süreci sadece baş dönmesi ve kusmadan ibaret değildir. Fiziksel ve ruhsal anlamda kadının çok yıprandığı bir dönemdir. Erkek kişisinin de söz hakkı olması -ki yaşadığımız bu yer çok önemli bu konuda- durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir.
9 ay boyunca onu taşıyan annedir, doğururken en büyük acıları çeken annedir, doğduktan sonra ölünceye kadar ona bakan, sürekli onu düşünen, önceliklerini hep çocuğuna göre ayarlayan hep annedir.
babanın ise buradaki tek sorumluluğu onu sevmektir.
Bir insan tam doğumla kişilik haklarına kavuşur, bu medeni kanunun konusudur. Ancak bebek doğduktan sonra öldürülürse cinayet suçu oluşur. Bebeğin anne karnında öldürülmesine, dolayısıyla doğum gerçekleşmediğinden kişilik hakkı tanınmamış cenine yapılan müdahale suç oluşturmaz.
Bir cenin anne karnına düşmesiyle doğal yollarla ölme oranı 1000'de 8 ken, buradan hareketle bir ceninin canlı doğma olasılığı çok daha yüksektir. Buda bir ceninin sağ ve tam doğuma meyilli olduğunu, kişilik hakları kazanım öncesi, gebeliğe son veren 'anne' bu durumda suçlu olacaktır.